22.6.11

KULAK - Alp Giray ŞAHİN



*


                         Yaz tatilini çadırda geçirmek fikri, çocukluğumuzdan kalan hoş bir anıdır. Bu kadar yıldan sonra da gidip çadırda tatil yapacağımı hiç sanmazdım. Benim canımın sıkkın olduğu saatlerde peşine düşüp nasihatlerini dinlediğim, ağır ama oldukça farklı arkadaşım Basri, ofiste aniden ayağa kalkıp deniz tatiline gideceğimizi, toparlanmamızı söyledi. Kafasında Basri ile denizi yan yana bile getiremeyen arkadaşlardan bazıları, sıcak havanın da etkisi ile tatil olsun da ne olursa olsun diyerek hemen evet deyiverdiler. Hiç uzatmadan iki gün sonra iki araba ve içindekilerle birlikte yola çıktık. Çadır tatiline gidiyoruz!



Memleketin her yeri otellerle dolmuş olduğu için deniz kıyısında sakin ve uygun bir yer bulamadık. Basri, bizi denizden biraz uzak bir orman kenarına götürdü. Yüksek olmayan bu tepeden denize yürünecek bir yol yoktu. Denize arabayla gitmeyi planlayarak orada kampı kurduk. Çocukluğumuzdan beri, her yerde medeniyet varken, çadır kurmak, kamp yapmak gibi garip emellerimiz vardır. Ne varsa ilkel yaşamda?



İlk günü hazırlıkla geçirdik. Tuvalet yerinin yanlış seçilmesi sonucu, epeyce bir yer kazdık ve sonunda çalıların ardında, gözden ve burundan uzak bir yere seyyarı yerleştirdik. İlk su taşıma faaliyeti de bize suyu böyle temin edemeyeceğimizi gösterdi. Su satıcıları ilk çıktığında karnım ağrıyana kadar gülmüştüm, “bunlar suyu kime satacak?” diye. Ama bugün karnım bile ağrıdı su taşımaktan. Bu kadar yatırım boşuna değilmiş demek ki. Suyu, kasabadaki toptancıdan aldık. İyi bir akıl yürüterek toprağa gömdük, serin kalsın diye. Çok eğleniyoruz canım, tatildeyiz!



İkinci gün denize arabalarla gittik. Basri, üstünü çıkarmadan etrafta sürekli gözlem yaptı. Bu adam, ne sorsak bilen, kimsenin aklına gelmeyeni okuyup kenara koyan, geceleri uyanık, gündüzleri karanlık, tuhaf birisidir. Ben sadece aklıma takılanı sormak için ararım onu, zira sohbet havaya suya hiç gelmez onunla, sonradan da karnım ağrır işittiklerimden. Karnımdaki kurt çok duyarlı, her seferinde de karnım ağrıyor benim. Bizler sudan çıkıp serin esen rüzgârda gölgenin tadını çıkarırken, Basri gelip, ayakta olmanın da verdiği üstünlük edasıyla, “toparlanın, işimiz var!” dedi. Bir anlam veremedik ama bu tatilin baştan sona patronu olan Basri’ye uymamak gibi bir lüksümüz de yoktu. Kalktık ve giyindikten sonra kamp alanımızdan dağa doğru uzanan yola girerek epeyce gittik. Saat dört veya beşti sanırım. Dağdaki bir uçurumun kenarına geldik. Çok aşağılarda, yine deniz kenarı vardı. Oraya uzanan bir dere, koca dağın yarığından akıyor ve içinden değişik sesler geliyordu. Bu mesafeden insanı şaşırtan bir netlikle, derinden de olsa, her ses ayrı ayrı duyulabiliyordu. Buna hepimiz şaşırdık. Biraz önce deniz kıyısında kıyamet kopuyordu ve bizler kendi seslerimizi bile duyamıyorduk. Ama bu kadar uzaktan dalga ayrı, konuşanlar ayrı duyulabiliyordu. Başımızı karşı yamaca çevirdiğimizde ise kurt kuş her ne hayvan varsa, görünmeseler de, sesleri çok net olarak geliyordu. Uzaktan işitmek, yakından duymak gibi değilmiş dedim içimden.



Gece olduğunda kamp ateşini yakmış oturuyorduk. Sohbet uzadıkça kulağımıza gelen tek ses Basri’nin anlattığı garip hikâyeler ve bunların uykunun da tesiriyle zihinlerimizde çağrıştırdığı kurgulardı. Uyku, hepimizi birer birer yakalamadan önce, bir süredir susan Basri dikkatimizi çeken bir teklif yaptı. Hiç ses çıkarmadan gözlerimizi kapatıp mutlak sessizliği dinlememizi önerdi. Cırcır böcekleri bile susmuştu. Kulaklarımın çınladığını fark ettim. Çok çınlıyordu. Dinleme faslını yine Basri bitirdi. Ne duyduğumuzu sordu. Bizler hemen hepimizin çınlamadan başka bir ses duymadığımızı, ben de bunu evde yatıp uykuya dalmadan önce de duyduğumu söyledim. Bunun üzerine Basri sazı eline aldı ve;



- Arkadaşlarım! sabah uyanırken çalan saatin zilinden güldüğünüz fıkraya, dinlediğiniz haberlere, bekleyedurduğunuz dizi filmlere kadar kulağa her ne girdi ise içeride dolaşır durur. Bunları topladığınızda çınlamadır. Çınlamadan işittiklerinizi ayıklayamazsınız. Öyleyse dışarıdan gelen sese, çok da kulak asmayın. Çınlamadır, o kadar!

Ama içinizden gelen böyle değildir. Onun hakkını verin. Tekrar dinlerken çınlamaz o ses. Hep aynı berraklıktadır, açıktır, yanlış olmaz. Şimdi sizin kulaklarınız çınlarken içinizden başka bir ses size başka başka şeyler anlatır. Anlatıyor da. Onu dinleyerek uyuyacaksınız. İyi uykular!”



Tamamı bir ders vasfında geçen ve Basri’yi görmediğimiz zamanlarda durum değerlendirmesi ve dedikodu yaparak geçirdiğimiz tatil kısa sürdü. Hafta sonu bitti ve yola çıktık. Bir istasyonda yemek molası verdik. Basri, hep kısa sürelerle ortalıktan kayboluyordu. Biz yemek terken sanırım başka bir işin peşinde yine kayboldu. Arkadaşlar da O yokken durum değerlendirmesine giriştiler. Garip adam, Gizemli, Ukala, Gerici, Yobaz, Ermiş, Bilmiş gibi yorumlar yine tekrarlandı. Basri gelince oturmadı. Tekrar yola çıkıp evlerimize kadar durmadık. İlk iş günü işyerinin ilan panosunun başı kalabalıktı. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Panodaki şiir çok şey anlatıyordu yolculuğu yaşayanlara.



“Gençlikte duyulmayan ardınca gelir yakalar seni yaşlılıkta,

Gerçekler hoş değildir kulak asmayana,

Utanmaz mı hiç insan söyleyip durduğuna,

Gayret ve edep en iyi yoldaştır hayatta,

Yardım eder her ikisi hayatın yokuşunda,

Elinin ettiği ile varırsın akıbet mezara,

Bilmek ancak o zaman mümkün ak mısın yoksa kara!”



Bir keresinde Basri dedikodudan ve fena sözden olan şikayetlerime şöyle bir yorum getirmişti. Tatilde söyledikleri ile bunları doğruladı. “Sen ne işittiğine değil, ne anladığına bak. Zira sen anlam vermeden sesler sadece garip çınlamalardır. Onları nasıl anlamak istersen öyle anlarsın.”



….



Giray 19.02.2010

Hiç yorum yok: